TARİH VE KÜLTÜR
MİRASI BEYPAZARI
MUHARREM KILIÇ
Her Şeyiyle Bizim Olan Tarih ve Kültür Hazinesi Beypazarı
Bir
Anadolu kasabası vardı. Geçmişte bir dönem yıldız gibi parlamış, sonra her ne hikmetse
yıldızı yavaş yavaş sönmüştü. Şehirlerarası yol güzergahlarının değişmesi
ve buna benzer bir takım nedenlerle göz ardı edilmişti. Gözden ırak olan gönülden de ırak olunca
da kaderine terk edilmişti.
Geçmişteki
haşmetli yapı yavaş yavaş ihtiyarlamış, her biri birer gelin gibi bezenmiş o canım
“Türk evleri”, gelinlerin de zamanla nine oldukları gibi yaşlanmış, kimileri çökmüş,
kimileri gri beton yapılarla yer değiştirmek için acımasızca yakılmış, alevlerin kucağına
atılmıştı. Kimileri ise sabırla ve inatla varlıklarını sürdürerek ve kendilerine yeni
bir hayat bahşedecek kurtarıcıyı bekliyorlardı. Ama bu eski evler, sıcaklıklarından,
güzelliklerinden hiçbir şey kaybetmiyorlardı. Neydi bunun sırrı acaba? Bakımsız kalmış,
yaşlanmış, çökmüş bile olsa, o evlere baktıkça kendimize ait bir şeyleri sakladığını,
bizi temsil ettiklerini görüyorduk.
Taa
uzaklardan bakanlara bile gülümseyen yapıları, yanlarına yaklaştıkça, eski bir dostu, hatırlı
bir tanıdığı, bir uzak akrabayı ve nihayet ailemizin hayattayken görebildiğimiz en yaşlılarını
hatırlatıyorlardı bize. Bembeyaz gelinlikler giymiş gibi içimize bir aydınlık, bir ferahlık,
bir sevinç hissi veriyorlardı. Çevrelerinde hızla çoğalan ve hem o güzelim yapıları, hem de bize
ait o güzelim hayatı boğan çirkin, soğuk, itici beton yığınlarına inat, bu evler bizi sıcak
kucaklarına davet ediyorlardı. Daha avlu kapılarından içeri girmeden bile insanın içini huzurla dolduran
bu evler, ahşap merdivenlerini bir kez tırmanmaya başlayan her insanı, o olağanüstü huzur atmosferi
ve sırrı çözülemeyen büyüsüyle sarıp sarmalıyordu. Ve o evlerden herhangi birinin içine giren her insan
(Türk olsun, yabancı olsun hiç fark etmez), kendini adeta, uzun zamandır uğramadığı baba evine
gelmiş gibi hissediyordu.
Her ev başlı başına kendini çevirebilecek bir hayat kaynağıydı. Bahçesinde ya da binanın
mutfak bölümünde yer alan su kuyuları, eğer su kuyusu eve uzakta ise içeride yer alan su depoları, fırınları,
bereket ve bolluk kaynağı kiler odaları, ortalığı derleyip toparlayan yüklükler, duvar içlerine
yerleştirilmiş ahşap raflar, kitaplıklar, her biri gerçek bir sanat eseri olan tavan süsleri, tavan göbekleri,
içinde yaşayanları çevreye karşı özel kılan “gelin bezeği” cumbaları, her birinde
ayrı bir sanat güzelliği sergilenmiş olan cümle kapıları, adeta sizinle birlikte yaşayan, size
gülümseyen, siz üzüldüğünüzde hüzünlenen, siz sızlandığınızda inleyen, sizinle soluk alıp
veren canlı bir yapıydı bu evler.
Bu
evlerde yenilen her lokma ekmeğin lezzeti bambaşkadır. İçilen bir maşrapa suyun lezzeti bambaşkadır.
Sedire kurulup da yudumlayacağınız tavşankanı çayların kokusu ve tadı bambaşkadır.
Yaprak sarması bu evlerde yenilirse tadına varılır. Baklavanın tadı ve lezzeti bu atmosferde
iki katına çıkar. İç pilavı ve ayran burada tadılmalıdır. Beypazarı’na has bir
lezzet olan meşhur “Kuru”yu ve “Güveç”i başka bir yerde tatma şansınız yoktur.
Hele İçanadolu’ya has o nefis “Höşmerim” eğer bu güne kadar tadılmamışsa,
mutlaka ilk kez orada tadılmalıdır. Orada tadılmalıdır ki, hem o lezzet, hem o atmosfer bir
daha unutulmasın. Soğuk ve itici otel atmosferlerine karşılık bu evler, misafirlerinin “kendinden
emin olduğu”, adeta kendi evleri gibidir.
Hele
o “bizim” diye tarif edebileceğimiz sevgi, muhabbet, anlayış ve hoşgörü mekanı çarşısı
insanı oraya mıhlıyor adeta. İçine girenleri sarıp sarmalıyor ve oradan çıkmak istemiyorsunuz.
O içinizi dolduran huzur ve mutluluk ortamında eriyip, kaybolmak istiyorsunuz. Oradan her hangi biri olmak istiyorsunuz.
O sıcaklık, o güler yüz, o “bizden” yapı sizi hiçbir yere koyuvermiyor. Yöreye has örtülerini üzerlerinden
atmadan çarşıdaki minicik dükkanlarında hizmet veren hanımlar, sizi bir müşteri gibi değil de,
evlerine konuk ettikleri bir “Tanrı Misafiri” özeni ile karşılıyor. İstanbul’da
Kapalı çarşının adını lekeleyen o ısrarcı satıcı simsarlarına burada
rastlayamazsınız. hiç kimse malını size beğendirme gayreti içinde olmuyor. Mal zaten göz önünde.
Alıcı kendi beğenisine göre hareket ediyor. Satıcı ise sadece size hizmet için, rahatlığınızı
sağlamak için özellikle görevlendirilmiş biri gibi davranıyor.Bunlar, büyük şehirlerde ısrarcı
satıcıların veya tezgahtarların bıktırıcı tavırlarına alışmış
olan bizleri çok şaşırtıyor. Ve bu şaşkınlık memnuniyete dönüşüp, katlanarak
çoğalıyor, bir sevgi ve muhabbet seline dönüşüyor. Eğer böyle olmasa, İçanadolu bozkırında
kaybolmuş bu insanlık vahasına her hafta yüzlerce otobüsle, dünyanın dört bir yanından insanlar niçin
gelecek ki?
Çarşıda satılan malların çeşitliliği size; “Meğer bizim nelerimiz varmış
da haberimiz yokmuş” dedirtiyor. Bir yandan yüksek fiyatlarla cebimizi yakan, bir yandan da çocuklarımızın
ve bizim sağlığımızı bozan, bağımlılık yapan yabancı markalı ürünler
yerine, her biri ninemizin, annemizin, kınalı elleriyle gelinlerimizin, kızlarımızın özenle
hazırladığı kendi dünyamıza ait sağlıklı ürünler raflardan size gülümsüyor. Bu gülümseyişi,
dükkan sahibinin gönül zenginliği bir kat daha arttırıyor. Israrla size sunulan bir bardak çayı o atmosferde
içmenin tadı bambaşka. Her girdiğiniz dükkanda ilk kez gördüğünüz esnaf, sanki eski bir dostunuz, ya da
epeydir görüşmediğiniz bir uzak akrabanızmış hissi uyandırıyor sizde. Çünkü burada toprak,
su, hava, tarihi atmosfer, tarihi yapılar ve bozulmamış insan unsuru birbirini tamamlıyor. Ve hepsi bize
ait değerleri sergiliyor. Bu nedenle kendinizi o ortamda yabancı hissetmiyorsunuz.
Çarşıyı
dolaşırken unuttuğunuz pek çok damak zevkini size hatırlatacak ürünlerle karşılaştıkça,
adeta bir eski dostla karşılaşmış olmanın sevincini yaşayacaksınız. İçinde
hiçbir katkı maddesi bulunmayan, tamamen geleneksel metotlarla üretilmiş onlarca ürün, daha ilk aşamada sadece
görüntüleriyle içinize bir sıcaklığın yayılmasına neden olacaktır. Çünkü bunların
hepsi sizin, bizim, hepimizin maalesef unuttuklarımızdır. “Ah rahmetli ninem sağ olsa da şundan
yapsa” dediğiniz pek çok Türk Mutfağı Ürünü orada beğeninize sunuluyor.
Tarihi
çarşının atmosferini zenginleştiren gümüşçü dükkanları ise sizi kesinlikle geçmişe doğru
bir yolculuğa çıkarıyor. Gördüğünüz gümüş takılar, kemerler, telkariler, size gülümsüyor. “Ben
bunları tanıyorum, ninem de aynısı vardı” diye içinizden geçiriyorsunuz. Bu gümüşler “bize
ait olduklarına dair” beyninizde bir yerlere mesaj gönderiyor. Aradığınız bir modeli bulamamışsanız,
sizin adınıza bikoşu çarşı araştırılıveriyor. Daha da olmadı imalatçılar
dolaşılıyor. Yine mi bulamadınız? İyi bir çizim veya tanım yapabiliyorsanız, atölyelerde
bir dahaki ziyaretinize kadar sizin için yapılıveriliyor.
Burada
her şey özel. Burada her şey güzel. Burada her şey bizden. Burada üzerimize çökmüş ve bizi baskı
altında tutan hiçbir gücün varlığı söz konusu değil. Ne Çin malları, ne Hollanda peynirleri,
ne Fransız peynirleri, ne yabancı marka çikolatalar. Hepsinin yerli ve bizim damak zevkimize uygun seçenekleri mevcut.
Burada cadde ve sokak adları bile, bize bizi çağrıştırıyor. Dükkan isimleri de öyle. Kısacası
burası bizden, biz de buradanız.
|

|
|
Beypazarı Belediye Başkanı
Av. Mansur Yavaş |
Beypazarı’nı
anlatıyorum. Yakın zamana kadar bozkırda kayıp duran bir elmas güzelliğindeki Beypazarı’nı!
Çok kısa bir süre önce kimsenin tanımadığı, duymadığı, duyduysa da önemsemediği,
hiçbir özelliği bulunmayan, Türk ahşap sanatının birer şaheseri olan güzelim evleri birer birer yakılıp,
yıkılıp yerlerine soğuk yüzlü gri beton binaların dikildiği, kendini bitirme sürecindeki bir
Beypazarı vardı orada. Kimsenin ilgisini çekmeyen, orada yaşayanların geçinebilmek için büyük şehirlere
göç sürecine katıldığı, kendi içinde ekonomik bir hareketliliği sağlayamayan çaresiz, bıkkın
bir Beypazarı! Sonra ne oldu, nasıl oldu bilmiyorum, Beypazarı diri diri içine sokulduğu kefen bezini
yırttı. Kabuğunu kırdı ve süratle kendini yenilemeye başladı. Ama ne yenileme! Her sahada,
her konuda yenileme. Yapılabilecek ne varsa yapılıyor. Maddi, manevi her konuda kendini yeniliyor. Büyük bir
gayret ve hırsla varlığını ispat ediyor Beypazarı. Daha düne kadar “Eski Türk Evleri”
denilince akla sadece şirin ilçemiz Safranbolu gelirdi. Safranbolu evlerinin görüntüleri birer nostalji olarak evlerimizin,
iş yerlerimizin duvarlarını süslerdi. Şimdi yeniden hayata kavuşturulan, üzerindeki külleri temizlenip,
altındaki kor yeniden parlamaya başlayan Beypazarı bize “Eski Türk Evleri”nin sadece görüntü unsuru
olarak kalmadığını, birer canlı yaşam mekanları olduğunu ispatlıyor. Önce Beypazarı
dışında yaşayan Beypazarlı varlıklı insanlar olmak üzere pek çok insan, dün hiç hatırlarına
getirmedikleri Beypazarı’nda bir “Eski Türk Evi”ne sahip olmak için çabalıyor. Beypazarı
bu işi başarmıştır. Kısa sürede o kadar güzel işler yapılmış, o kadar güzel
tanıtım yapılmıştır ki, bu “Kayıp Türk Şehri” yurt içinden ve yurt dışından
ziyaretçi akınına uğruyor. Seyahat şirketleri Beypazarı’na turlar düzenliyor.
Bütün
bunlar nasıl oldu acaba? Yakınen bilmiyorum. Ama duyduklarım, Beypazarlılardan dinlediklerime göre, bütün
bu olup bitenler, inanmış bir insanın gayreti sonucu olmuştur. Bu insan kendini Beypazarı’na
adamış, istenirse neler yapılabileceğini görmek isteyen herkese göstermiştir. Görmek ve anlamak istemeyenlere
ise hiç kimse bir şey anlatamaz. Üretilen akılcı projelerin hayata geçirilmesiyle Beypazarı kabuğunu
kırmış ve füze hızıyla yükselmeye başlamıştır. Bu yükselişin sınırı
yoktur. Bütün bu gelişmeleri sağlayan insan; Beypazarı Belediye Başkanı Sayın Mansur Yavaş.
Mesleği avukatlık olan bir hizmet eri. Kendisini şahsen tanımıyorum. Yüzünü Belediyenin İnternet
adresindeki resimlerinde gördüm. Beypazarı’nı görüp, Sayın Mansur Yavaş’ı gıyaben
de olsa tanıdıktan sonra, “İnsan” unsurunun ne kadar önemli olduğunu, her şeyin başının
“insan” olduğunu bir kez daha anladım. Dünyada samimi gayretleri ve özverili çalışmaları
ile hayatta başarıyı yakalamış insanlar vardır. Bu insanlar abide kişiliklerdir. Kendi
toplumuna hizmeti ibadet sayan insanlar herkesten saygı görürler. Bunu da fazlasıyla hak ederler. Çocuklarına
ve onların çocuklarına bıraktıkları en büyük miras, kendileri için söylenenlerdir. Onları büyüten
de budur zaten. “Sular akarken testimi doldurayım” düşüncesine yabancıdır bu insanlar. Bu
nedenle büyüktürler. Bu nedenle saygıya, sevgiye layıktırlar. 
Sayın
Mansur Yavaş, küllenmiş bir tarih mirasımızı yüzlerce yıl önceki parlaklığına
tekrar kavuşturmuştur. İnsana saygıyı yerleştirmiştir. Türkçe’mizi sahiplenmiş
ve ataları Karamanoğlu Mehmet Bey gibi, Gazi Mustafa Kemal Atatürk gibi Türkçe’mizi ön plana çıkarmıştır.
Cadde ve sokak isimlerinin Türkçe olması, Mağaza, dükkan gibi işyerlerinin adlarının Türkçe olması
konusunda yönlendirici olmuştur. Dilimizin ve milletimizin geleceğine sahip çıkmıştır, Türk
Milletinin istediği yönetici modelini oluşturmuştur. İnşallah böyle de devam eder.
Beypazarı’nı
dolaşırken sokak aralarının temizliği bile dikkatinizi çekiyorsa, kapalı kapılar arkasında
randevuyla girilen bir başkanlık makamı yerine, hazır gelmişken uğrayıp başkanın
bir çayını içeyim diye düşünmeniz kendinizi başkanın yanında bulmanıza yeterli oluyorsa
bu başarıda en büyük gurur payı Sayın Mansur Yavaş’ındır.
|

|
|
Avluda, “Taşlık” olarak adlandırılan dinlenme mekanı |
Herhangi
bir büyük şehirden gelmiş, bir hemşehrisinin cenazesine bu kadar güzel sahip çıkıldığını
ben ilk kez Beypazarı’nda gördüm.Sadece bir telefonla haber verilmesi yeterli. Her türlü organizasyon hazır.
Taziye evi açılıyor. Cenazeye katılacaklar için servis araçları hazırlanıyor. İmam görevlendiriliyor.
On beş dakikada bir, geride kalan çocuklarının adları anılarak, hemşehrilerine bu acı haber
duyuruluyor. Böylece orada yaşayıp da yakın veya uzak bir akrabasının, eski bir komşusunun cenazesinden
haberdar olmamak imkanı kalmıyor. Başkan bizzat cenaze sahipleri ile görüşüp baş sağlığı
diliyor. (Çelenk göndermiyor!) İnsanlar birbirlerine son görevlerini bile böyle bir güzellik içinde yapıyorlar.
Bütün bunlardan sonra benim aklıma gelen tek şey, sayın Mansur Yavaş’ı tebrik etmektir. Başarısının
devamını dilemektir. Ve tabi ki bu başarıya bir katkım olabilecekse, bunun için her zaman hazır
olduğumu bildirmektir.
Bütün
bunları gördükten sonra insan düşünmeden edemiyor. Böyle küçük bir ilçede çok kısıtlı imkanlarla
bu başarı yakalanabiliyorsa, başkentimiz Ankara’da mevcut bulunan “Kültür ve Tarih Mirasımız”
olan Kale içi, Samanpazarı, Atpazarı, Bentderesi, Hacıbayram, Hamamönü gibi eski Ankara evlerinin yoğun
olarak bulunduğu mahallelerde Beypazarı örneği bir çalışma yapılamaz mı? Ankara Büyükşehir
Belediyesinin imkanları böyle bir çalışma için yetersiz midir? Bizi yarınlara bağlayacak olan, gelecek
nesilleri bu güne ve düne bağlayacak olan bu “Kültür Köprülerini” yıkıp yıkıp yerine
beton yapıları doldurmak ne bize, ne de bizden sonrakilere bir şey kazandırmayacaktır. Ankara Büyükşehir
Belediyesinin bu yönde bir çalışması olup olmadığı hakkında bilgi sahibi değilim.
Eğer böyle bir çalışma varsa, bir an evvel hayata geçirilmeli, yoksa hemen başlatılmalı düşüncesindeyim.
Çünkü bir Ankaralı olarak, Ankara’ya gelen misafirlerimizin kaleyi görmek istemeleri bizim kabusumuz oluyor. Kale
ve çevresinin içler acısı halini bilenler ne demek istediğimi gayet iyi bilirler. Bozkırın ortasında
var olma savaşı veren Beypazarı, Ankara’nın içinde Keçiören Belediyeleri bu işi başarabildiğine
göre, saydığım bölgelerin bağlı bulunduğu Altındağ Belediyesi de başarabilir
düşüncesindeyim. Unutmamak gerekir ki, yaptıklarınız topluma mal olacak, adlarınız da bugün
övgüyle, yarın rahmetle anılacaktır. Bize ait olan bu kültür değerlerimizi tekrar hayata döndürmek hepimizin
görevidir. Bu görevden imtina etmek, ya da basite kaçıp kültür değerlerimizi yok ederek, Ankara’nın tüm
geçmişini üç-beş Roma kalıntısı ile izah etmek gibi bir hakkımız kesinlikle yoktur.
Ben Beypazarlı değilim. Beypazarı’na da elli yıllık ömrümde iki kez gittim. Biri sevdiğim
bir insanın, rahmetli Mehmet ustanın cenazesini götürdüğümde, ikincisi de yine onun kabir ziyaretinde. Bir
kısa gün içinde Beypazarı’nda gördüklerimin bende bıraktığı izlerdir anlattıklarım.
Rahmetli Mehmet ustanın maddi mirasçısı değilim. Ama onun aramızdan ayrılması vesilesiyle
Beypazarı’nı tanıdıktan sonra, manevi mirasçısıyım diyebilirim. O, hayattayken birlikte
gidemediğimiz Beypazarı’na beni bir şekilde götürdü. Ama ne götürüş! Unutmak mümkün değil.
Mekanın cennet olsun Mehmet usta. Tanrı yardımcın olsun Beypazarı’nı yeniden inşa
eden Mansur usta. Birer insanlık değeri
olan bizim değerlerimize saygı duyup, onları diriltenlere sonsuz selamlar ve saygılar sunuyorum.
Muharrem Kılıç
12 Nisan 2006
İstanbul
Beypazarı
hakkında detaylı bilgi edinmek isteyenler aşağıdaki adreslerden ve telefonlardan yararlanabilirler:
Beypazarı
Belediyesi
06730
Beypazarı / Ankara
Tel:
0.312 762 25 10 (5 hat)
Faks:
0.312 763 13 58
E-posta:
belediye@beypazari-bld.gov.tr |