beypazari.gif



ANA SAYFA
RADYO KILIÇ
PROGRAMLAR
MAHMATLI KÖYÜ
Siir Kösesi
Bilgisayar Teknoloji
irtibat adreslerimiz
DERS SORU CEVAP BANKASI
RESiM ALBÜMÜ 1
RESiM ALBÜMÜ 2
DERS
GAZETELER
TÜRKiYE VE DÜNYADAN HABERLER
ViDEOLAR
DOGA
TARiH
RESiMLERiM
RÜYA TABiRLERi
Blank page
LiNKLER
SAGLIGIMIZ
Reklam Panosu
GÜZEL SÖZLER
Driver
PROGRAM Siteleri
Gazi ve sehitlerim
Program Arsiv Linkleri
SÜRÜCÜLER
BEYPAZARI
ÜYE OL
OSMANLI iMPARATORLUGU

Benim sayfamda kaldigin süre:

saniye!

 

 TARİH VE KÜLTÜR MİRASI BEYPAZARI

 

MUHARREM KILIÇ

Her Şeyiyle Bizim Olan Tarih ve Kültür Hazinesi Beypazarı

 

Bir Anadolu kasabası vardı. Geçmişte bir dönem yıldız gibi parlamış, sonra her ne hikmetse yıldızı yavaş yavaş sönmüştü. Şehirlerarası yol güzergahlarının değişmesi ve buna benzer bir takım nedenlerle göz ardı edilmişti. Gözden ırak olan gönülden de ırak olunca da kaderine terk edilmişti.

Geçmişteki haşmetli yapı yavaş yavaş ihtiyarlamış, her biri birer gelin gibi bezenmiş o canım “Türk evleri”, gelinlerin de zamanla nine oldukları gibi yaşlanmış, kimileri çökmüş, kimileri gri beton yapılarla yer değiştirmek için acımasızca yakılmış, alevlerin kucağına atılmıştı. Kimileri ise sabırla ve inatla varlıklarını sürdürerek ve kendilerine yeni bir hayat bahşedecek kurtarıcıyı bekliyorlardı. Ama bu eski evler, sıcaklıklarından, güzelliklerinden hiçbir şey kaybetmiyorlardı. Neydi bunun sırrı acaba? Bakımsız kalmış, yaşlanmış, çökmüş bile olsa, o evlere baktıkça kendimize ait bir şeyleri sakladığını, bizi temsil ettiklerini görüyorduk.

Taa uzaklardan bakanlara bile gülümseyen yapıları, yanlarına yaklaştıkça, eski bir dostu, hatırlı bir tanıdığı, bir uzak akrabayı ve nihayet ailemizin hayattayken görebildiğimiz en yaşlılarını hatırlatıyorlardı bize. Bembeyaz gelinlikler giymiş gibi içimize bir aydınlık, bir ferahlık, bir sevinç hissi veriyorlardı. Çevrelerinde hızla çoğalan ve hem o güzelim yapıları, hem de bize ait o güzelim hayatı boğan çirkin, soğuk, itici beton yığınlarına inat, bu evler bizi sıcak kucaklarına davet ediyorlardı. Daha avlu kapılarından içeri girmeden bile insanın içini huzurla dolduran bu evler, ahşap merdivenlerini bir kez tırmanmaya başlayan her insanı, o olağanüstü huzur atmosferi ve sırrı çözülemeyen büyüsüyle sarıp sarmalıyordu. Ve o evlerden herhangi birinin içine giren her insan (Türk olsun, yabancı olsun hiç fark etmez), kendini adeta, uzun zamandır uğramadığı baba evine gelmiş gibi hissediyordu.

Her ev başlı başına kendini çevirebilecek bir hayat kaynağıydı. Bahçesinde ya da binanın mutfak bölümünde yer alan su kuyuları, eğer su kuyusu eve uzakta ise içeride yer alan su depoları, fırınları, bereket ve bolluk kaynağı kiler odaları, ortalığı derleyip toparlayan yüklükler, duvar içlerine yerleştirilmiş ahşap raflar, kitaplıklar, her biri gerçek bir sanat eseri olan tavan süsleri, tavan göbekleri, içinde yaşayanları çevreye karşı özel kılan “gelin bezeği” cumbaları, her birinde ayrı bir sanat güzelliği sergilenmiş olan cümle kapıları, adeta sizinle birlikte yaşayan, size gülümseyen, siz üzüldüğünüzde hüzünlenen, siz sızlandığınızda inleyen, sizinle soluk alıp veren canlı bir yapıydı bu evler.

Bu evlerde yenilen her lokma ekmeğin lezzeti bambaşkadır. İçilen bir maşrapa suyun lezzeti bambaşkadır. Sedire kurulup da yudumlayacağınız tavşankanı çayların kokusu ve tadı bambaşkadır. Yaprak sarması bu evlerde yenilirse tadına varılır. Baklavanın tadı ve lezzeti bu atmosferde iki katına çıkar. İç pilavı ve ayran burada tadılmalıdır. Beypazarı’na has bir lezzet olan meşhur “Kuru”yu ve “Güveç”i başka bir yerde tatma şansınız yoktur. Hele İçanadolu’ya has o nefis “Höşmerim” eğer bu güne kadar tadılmamışsa, mutlaka ilk kez orada tadılmalıdır. Orada tadılmalıdır ki, hem o lezzet, hem o atmosfer bir daha unutulmasın. Soğuk ve itici otel atmosferlerine karşılık bu evler, misafirlerinin “kendinden emin olduğu”, adeta kendi evleri gibidir.

Hele o “bizim” diye tarif edebileceğimiz sevgi, muhabbet, anlayış ve hoşgörü mekanı çarşısı insanı oraya mıhlıyor adeta. İçine girenleri sarıp sarmalıyor ve oradan çıkmak istemiyorsunuz. O içinizi dolduran huzur ve mutluluk ortamında eriyip, kaybolmak istiyorsunuz. Oradan her hangi biri olmak istiyorsunuz. O sıcaklık, o güler yüz, o “bizden” yapı sizi hiçbir yere koyuvermiyor. Yöreye has örtülerini üzerlerinden atmadan çarşıdaki minicik dükkanlarında hizmet veren hanımlar, sizi bir müşteri gibi değil de, evlerine konuk ettikleri bir “Tanrı Misafiri” özeni ile karşılıyor. İstanbul’da Kapalı çarşının adını lekeleyen o ısrarcı satıcı simsarlarına burada rastlayamazsınız. hiç kimse malını size beğendirme gayreti içinde olmuyor. Mal zaten göz önünde. Alıcı kendi beğenisine göre hareket ediyor. Satıcı ise sadece size hizmet için, rahatlığınızı sağlamak için özellikle görevlendirilmiş biri gibi davranıyor.Bunlar, büyük şehirlerde ısrarcı satıcıların veya tezgahtarların bıktırıcı tavırlarına alışmış olan bizleri çok şaşırtıyor. Ve bu şaşkınlık memnuniyete dönüşüp, katlanarak çoğalıyor, bir sevgi ve muhabbet seline dönüşüyor. Eğer böyle olmasa, İçanadolu bozkırında kaybolmuş bu insanlık vahasına her hafta yüzlerce otobüsle, dünyanın dört bir yanından insanlar niçin gelecek ki?

 

Çarşıda satılan malların çeşitliliği size; “Meğer bizim nelerimiz varmış da haberimiz yokmuş” dedirtiyor. Bir yandan yüksek fiyatlarla cebimizi yakan, bir yandan da çocuklarımızın ve bizim sağlığımızı bozan, bağımlılık yapan yabancı markalı ürünler yerine, her biri ninemizin, annemizin, kınalı elleriyle gelinlerimizin, kızlarımızın özenle hazırladığı kendi dünyamıza ait sağlıklı ürünler raflardan size gülümsüyor. Bu gülümseyişi, dükkan sahibinin gönül zenginliği bir kat daha arttırıyor. Israrla size sunulan bir bardak çayı o atmosferde içmenin tadı bambaşka. Her girdiğiniz dükkanda ilk kez gördüğünüz esnaf, sanki eski bir dostunuz, ya da epeydir görüşmediğiniz bir uzak akrabanızmış hissi uyandırıyor sizde. Çünkü burada toprak, su, hava, tarihi atmosfer, tarihi yapılar ve bozulmamış insan unsuru birbirini tamamlıyor. Ve hepsi bize ait değerleri sergiliyor. Bu nedenle kendinizi o ortamda yabancı hissetmiyorsunuz.

Çarşıyı dolaşırken unuttuğunuz pek çok damak zevkini size hatırlatacak ürünlerle karşılaştıkça, adeta bir eski dostla karşılaşmış olmanın sevincini yaşayacaksınız. İçinde hiçbir katkı maddesi bulunmayan, tamamen geleneksel metotlarla üretilmiş onlarca ürün, daha ilk aşamada sadece görüntüleriyle içinize bir sıcaklığın yayılmasına neden olacaktır. Çünkü bunların hepsi sizin, bizim, hepimizin maalesef unuttuklarımızdır. “Ah rahmetli ninem sağ olsa da şundan yapsa” dediğiniz pek çok Türk Mutfağı Ürünü orada beğeninize sunuluyor.

Tarihi çarşının atmosferini zenginleştiren gümüşçü dükkanları ise sizi kesinlikle geçmişe doğru bir yolculuğa çıkarıyor. Gördüğünüz gümüş takılar, kemerler, telkariler, size gülümsüyor. “Ben bunları tanıyorum, ninem de aynısı vardı” diye içinizden geçiriyorsunuz. Bu gümüşler “bize ait olduklarına dair” beyninizde bir yerlere mesaj gönderiyor. Aradığınız bir modeli bulamamışsanız, sizin adınıza bikoşu çarşı araştırılıveriyor. Daha da olmadı imalatçılar dolaşılıyor. Yine mi bulamadınız? İyi bir çizim veya tanım yapabiliyorsanız, atölyelerde bir dahaki ziyaretinize kadar sizin için yapılıveriliyor.

Burada her şey özel. Burada her şey güzel. Burada her şey bizden. Burada üzerimize çökmüş ve bizi baskı altında tutan hiçbir gücün varlığı söz konusu değil. Ne Çin malları, ne Hollanda peynirleri, ne Fransız peynirleri, ne yabancı marka çikolatalar. Hepsinin yerli ve bizim damak zevkimize uygun seçenekleri mevcut. Burada cadde ve sokak adları bile, bize bizi çağrıştırıyor. Dükkan isimleri de öyle. Kısacası burası bizden, biz de buradanız.
 

 

 

Beypazarı Belediye Başkanı

Av. Mansur Yavaş

Beypazarı’nı anlatıyorum. Yakın zamana kadar bozkırda kayıp duran bir elmas güzelliğindeki Beypazarı’nı! Çok kısa bir süre önce kimsenin tanımadığı, duymadığı, duyduysa da önemsemediği, hiçbir özelliği bulunmayan, Türk ahşap sanatının birer şaheseri olan güzelim evleri birer birer yakılıp, yıkılıp yerlerine soğuk yüzlü gri beton binaların dikildiği, kendini bitirme sürecindeki bir Beypazarı vardı orada. Kimsenin ilgisini çekmeyen, orada yaşayanların geçinebilmek için büyük şehirlere göç sürecine katıldığı, kendi içinde ekonomik bir hareketliliği sağlayamayan çaresiz, bıkkın bir Beypazarı! Sonra ne oldu, nasıl oldu bilmiyorum, Beypazarı diri diri içine sokulduğu kefen bezini yırttı. Kabuğunu kırdı ve süratle kendini yenilemeye başladı. Ama ne yenileme! Her sahada, her konuda yenileme. Yapılabilecek ne varsa yapılıyor. Maddi, manevi her konuda kendini yeniliyor. Büyük bir gayret ve hırsla varlığını ispat ediyor Beypazarı. Daha düne kadar “Eski Türk Evleri” denilince akla sadece şirin ilçemiz Safranbolu gelirdi. Safranbolu evlerinin görüntüleri birer nostalji olarak evlerimizin, iş yerlerimizin duvarlarını süslerdi. Şimdi yeniden hayata kavuşturulan, üzerindeki külleri temizlenip, altındaki kor yeniden parlamaya başlayan Beypazarı bize “Eski Türk Evleri”nin sadece görüntü unsuru olarak kalmadığını, birer canlı yaşam mekanları olduğunu ispatlıyor. Önce Beypazarı dışında yaşayan Beypazarlı varlıklı insanlar olmak üzere pek çok insan, dün hiç hatırlarına getirmedikleri Beypazarı’nda bir “Eski Türk Evi”ne sahip olmak için çabalıyor. Beypazarı bu işi başarmıştır. Kısa sürede o kadar güzel işler yapılmış, o kadar güzel tanıtım yapılmıştır ki, bu “Kayıp Türk Şehri” yurt içinden ve yurt dışından ziyaretçi akınına uğruyor. Seyahat şirketleri Beypazarı’na turlar düzenliyor.

Bütün bunlar nasıl oldu acaba? Yakınen bilmiyorum. Ama duyduklarım, Beypazarlılardan dinlediklerime göre, bütün bu olup bitenler, inanmış bir insanın gayreti sonucu olmuştur. Bu insan kendini Beypazarı’na adamış, istenirse neler yapılabileceğini görmek isteyen herkese göstermiştir. Görmek ve anlamak istemeyenlere ise hiç kimse bir şey anlatamaz. Üretilen akılcı projelerin hayata geçirilmesiyle Beypazarı kabuğunu kırmış ve füze hızıyla yükselmeye başlamıştır. Bu yükselişin sınırı yoktur. Bütün bu gelişmeleri sağlayan insan; Beypazarı Belediye Başkanı Sayın Mansur Yavaş. Mesleği avukatlık olan bir hizmet eri. Kendisini şahsen tanımıyorum. Yüzünü Belediyenin İnternet adresindeki resimlerinde gördüm. Beypazarı’nı görüp, Sayın Mansur Yavaş’ı gıyaben de olsa tanıdıktan sonra, “İnsan” unsurunun ne kadar önemli olduğunu, her şeyin başının “insan” olduğunu bir kez daha anladım. Dünyada samimi gayretleri ve özverili çalışmaları ile hayatta başarıyı yakalamış insanlar vardır. Bu insanlar abide kişiliklerdir. Kendi toplumuna hizmeti ibadet sayan insanlar herkesten saygı görürler. Bunu da fazlasıyla hak ederler. Çocuklarına ve onların çocuklarına bıraktıkları en büyük miras, kendileri için söylenenlerdir. Onları büyüten de budur zaten. “Sular akarken testimi doldurayım” düşüncesine yabancıdır bu insanlar. Bu nedenle büyüktürler. Bu nedenle saygıya, sevgiye layıktırlar. 
 

Sayın Mansur Yavaş, küllenmiş bir tarih mirasımızı yüzlerce yıl önceki parlaklığına tekrar kavuşturmuştur. İnsana saygıyı yerleştirmiştir. Türkçe’mizi sahiplenmiş ve ataları Karamanoğlu Mehmet Bey gibi, Gazi Mustafa Kemal Atatürk gibi Türkçe’mizi ön plana çıkarmıştır. Cadde ve sokak isimlerinin Türkçe olması, Mağaza, dükkan gibi işyerlerinin adlarının Türkçe olması konusunda yönlendirici olmuştur. Dilimizin ve milletimizin geleceğine sahip çıkmıştır, Türk Milletinin istediği yönetici modelini oluşturmuştur. İnşallah böyle de devam eder.

Beypazarı’nı dolaşırken sokak aralarının temizliği bile dikkatinizi çekiyorsa, kapalı kapılar arkasında randevuyla girilen bir başkanlık makamı yerine, hazır gelmişken uğrayıp başkanın bir çayını içeyim diye düşünmeniz kendinizi başkanın yanında bulmanıza yeterli oluyorsa bu başarıda en büyük gurur payı Sayın Mansur Yavaş’ındır.

 

 

 

Avluda, “Taşlık” olarak adlandırılan dinlenme mekanı

Herhangi bir büyük şehirden gelmiş, bir hemşehrisinin cenazesine bu kadar güzel sahip çıkıldığını ben ilk kez Beypazarı’nda gördüm.Sadece bir telefonla haber verilmesi yeterli. Her türlü organizasyon hazır. Taziye evi açılıyor. Cenazeye katılacaklar için servis araçları hazırlanıyor. İmam görevlendiriliyor. On beş dakikada bir, geride kalan çocuklarının adları anılarak, hemşehrilerine bu acı haber duyuruluyor. Böylece orada yaşayıp da yakın veya uzak bir akrabasının, eski bir komşusunun cenazesinden haberdar olmamak imkanı kalmıyor. Başkan bizzat cenaze sahipleri ile görüşüp baş sağlığı diliyor. (Çelenk göndermiyor!) İnsanlar birbirlerine son görevlerini bile böyle bir güzellik içinde yapıyorlar. Bütün bunlardan sonra benim aklıma gelen tek şey, sayın Mansur Yavaş’ı tebrik etmektir. Başarısının devamını dilemektir. Ve tabi ki bu başarıya bir katkım olabilecekse, bunun için her zaman hazır olduğumu bildirmektir.

Bütün bunları gördükten sonra insan düşünmeden edemiyor. Böyle küçük bir ilçede çok kısıtlı imkanlarla bu başarı yakalanabiliyorsa, başkentimiz Ankara’da mevcut bulunan “Kültür ve Tarih Mirasımız” olan Kale içi, Samanpazarı, Atpazarı, Bentderesi, Hacıbayram, Hamamönü gibi eski Ankara evlerinin yoğun olarak bulunduğu mahallelerde Beypazarı örneği bir çalışma yapılamaz mı? Ankara Büyükşehir Belediyesinin imkanları böyle bir çalışma için yetersiz midir? Bizi yarınlara bağlayacak olan, gelecek nesilleri bu güne ve düne bağlayacak olan bu “Kültür Köprülerini” yıkıp yıkıp yerine beton yapıları doldurmak ne bize, ne de bizden sonrakilere bir şey kazandırmayacaktır. Ankara Büyükşehir Belediyesinin bu yönde bir çalışması olup olmadığı hakkında bilgi sahibi değilim. Eğer böyle bir çalışma varsa, bir an evvel hayata geçirilmeli, yoksa hemen başlatılmalı düşüncesindeyim. Çünkü bir Ankaralı olarak, Ankara’ya gelen misafirlerimizin kaleyi görmek istemeleri bizim kabusumuz oluyor. Kale ve çevresinin içler acısı halini bilenler ne demek istediğimi gayet iyi bilirler. Bozkırın ortasında var olma savaşı veren Beypazarı, Ankara’nın içinde Keçiören Belediyeleri bu işi başarabildiğine göre, saydığım bölgelerin bağlı bulunduğu Altındağ Belediyesi de başarabilir düşüncesindeyim. Unutmamak gerekir ki, yaptıklarınız topluma mal olacak, adlarınız da bugün övgüyle, yarın rahmetle anılacaktır. Bize ait olan bu kültür değerlerimizi tekrar hayata döndürmek hepimizin görevidir. Bu görevden imtina etmek, ya da basite kaçıp kültür değerlerimizi yok ederek, Ankara’nın tüm geçmişini üç-beş Roma kalıntısı ile izah etmek gibi bir hakkımız kesinlikle yoktur.

Ben Beypazarlı değilim. Beypazarı’na da elli yıllık ömrümde iki kez gittim. Biri sevdiğim bir insanın, rahmetli Mehmet ustanın cenazesini götürdüğümde, ikincisi de yine onun kabir ziyaretinde. Bir kısa gün içinde Beypazarı’nda gördüklerimin bende bıraktığı izlerdir anlattıklarım. Rahmetli Mehmet ustanın maddi mirasçısı değilim. Ama onun aramızdan ayrılması vesilesiyle Beypazarı’nı tanıdıktan sonra, manevi mirasçısıyım diyebilirim. O, hayattayken birlikte gidemediğimiz Beypazarı’na beni bir şekilde götürdü. Ama ne götürüş! Unutmak mümkün değil. Mekanın cennet olsun Mehmet usta. Tanrı yardımcın olsun Beypazarı’nı yeniden inşa eden Mansur usta.
Birer insanlık değeri olan bizim değerlerimize saygı duyup, onları diriltenlere sonsuz selamlar ve saygılar sunuyorum.

 

Muharrem Kılıç

12 Nisan 2006

İstanbul
 

Beypazarı hakkında detaylı bilgi edinmek isteyenler aşağıdaki adreslerden ve telefonlardan yararlanabilirler:

 

Beypazarı Belediyesi

06730 Beypazarı / Ankara

Tel: 0.312 762 25 10 (5 hat)

Faks: 0.312 763 13 58

E-posta: belediye@beypazari-bld.gov.tr

*******************************************************************************************************************************************************